10 Ocak 2010 Pazar

“Genç”, “Gençlik”, “Genç Olmak”

Gençlik politikalarının içeriğinin belirlenmesi ve üretilmesi sürecinde, en temel belirleyicilerden birisi gençliğin nasıl kavramsallaştırılacağıdır. Bütüncül ve etkili bir gençlik politikası için gençliğin ne şekilde kavramsallaştırıldığı büyük önem kazanmaktadır. Çünkü gençlik politikalarının geliştirilmesi sürecinde, gençlik kavramının biyolojik ve sosyo-ekonomik boyutlarıyla netleşen çerçevesi oranında, hedef kitleyi doğrudan etkileyen politika önerileri geliştirilebilecektir.Gençlik üzerine yapılan çalışmalara baktığımızda, kavram üzerinde anlaşılmış ortak bir tanım bulunmamaktadır. Her ülke veya topluluğun kendi sosyo-ekonomik yapısı, sosyal ve gelişim düzeyine göre farklılaşan gençlik tanımları yapılabilmektedir.Gençlik üzerine yapılan tanımların bazıları gençleri yaş kategorileri açısından, bazıları ise gençlik döneminin özelliklerine göre bu kavramı ele almaktadır (Eser,2004). Yani aslında “genç”, “gençlik” kavramları biyolojik, psikolojik, sosyolojik vb açılardan ele alınabilmektedir. Kimilerine göre 12-25, kimilerine göre 15-29, kimilerine göre ise 18 yaşında başlayıp 35 yaşına kadar uzanan bir dönem olan gençlik, farklı açılardan farklı perspektiflerde yorumlanmaktadır. Gençlik kavramının tanımı biyolojik, psikolojik ve toplumsal gelişme ölçü alınarak yapıldığı takdirde, biyolojik-psikolojik ve sosyal gelişmelerin her zaman eşzamanlı olmaması nedeniyle gençlik çağının başlangıcı ve bitişi konusunda da net bit sonuca ulaşılamamaktadır. Ancak bütün tanımlamalarda asıl önemli olan gençlerin kendilerini toplumsal aktör olarak görüp görmedikleri ve buna ek olarak da böyle görülüp görülmedikleridir (Çotuksöken,2007).İki Farklı Bakış AçısıTürkiye’de gençliği tanımlamak için iki farklı bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan biri, gençlik deyince “olması gereken”, “ideal” bir gençlik tanımını varsayıyor. Lüküslü, bunu “gençlik miti” olarak tanımlıyor. Yani gençliği aktif, dinamik, girişken, toplumu ileriye götürecek bir kategori olarak ele alan ve alabildiğince olumlayan; gençliği eğitimli olmakla, “aydın” olmakla tanımlayan ve siyasal alanda onu misyon yüklenmiş bir kategori olarak ele alan bu bakış açısı “gençlik miti” olarak tanımlanmaktadır (Lüküslü,2008:288). Nitekim medyadaki “gençlik imajı”na bakıldığında genelde bekâr, sağlıklı, dinamik ve orta sınıf öğrenciler olarak algılanılıyor. Oysaki bugün Türkiye’de 15-24 yaş aralığındaki gençlerin sadece üçte biri öğrencilerden oluşuyor. Çalışan gençler kadar işsiz gençler de mevcut (UNDP,2008).Gençlik miti olgusu aslında sadece Türkiye’de değil, dünyadaki diğer toplumların da çoğunda yer almaktadır. Ancak ülkemizde bu olgu çok farklı bir tarihsel bağlamda evrilmiş ve kümülatif bir ilerleme ile güçlenmiştir. Özellikle Osmanlı’nın çöküş döneminde başlayan Batılılaşma hareketi sürecinde, batıdaki okullarda eğitim alarak yurda dönen ve “aydın” olarak tanımlanan bir genç kuşak yetişmiştir. Bu kuşağa, imparatorluğu var olan çöküş sürecinden kurtarma misyonu yüklenmiş ve siyasetin etkin aktörleri olarak görülmüşlerdir. Bu anlamda kökleri 19. Yüzyıla dayanan “gençlik miti”nin, Jön Türk kuşağı, daha sonra Osmanlı’nın son kuşağı olan ve Cumhuriyet’i kuran kuşak ve ardından da 1980’lere gelene dek cumhuriyetin tüm kuşakları tarafından benimsenip sürdürüldüğünü görüyoruz (Lüküslü,2008:289).Bir diğer bakış açısı ise günümüz gençliğinin bu ideal tanımdan ne kadar uzak olduğunu, 1980 ve sonrası gençliğin önceki kuşaklardan ne kadar farklı olduğunu yani bu kuşağın eleştirisini yapıyor (Lüküslü,2008:287). Nitekim 1980 sonrası kuşakta yetişen gençler bu “”gençlik miti” kurgusu üzerinden anlamlandırıldıklarında “apolitik” olarak anlamlandırılmaktadırlar.Türkiye’de 1980 sonrası genç kuşak birçok farklı tanımlamayla ifade edilmeye çalışılsa da, üzerinde anlaşılan ortak yön, onları olumsuzlayan bir bakış açısının geliştirilmiş olmasıdır. 1980 sonrası gençlik kuşağının daha önceki kuşaklardan en önemi farkı, gençleri siyasal bir kategori olarak anlamlandıran “gençlik miti”ne olan uzaklıkları ile tanımlanmalarıdır. Genelde “12 Eylül’ün çocukları”, “popüler kültür ve tüketimin çocukları”, “vurdumduymaz”, “değerlerini yitirmiş” gibi birçok tanımlamadaki olumsuz tavır, bu dönem gençliğine yönelik geliştirilen bakış açısını ortaya koyuyor (Lüküslü,2008:288).Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Dünya Bankası’nın çoğu yayınında ise gençlik; insan yaşamının bir evresi, çocukluk döneminden yetişkinliğe bir geçiş olarak betimlenir ve genelde somut bir yaş grubuna indirgenerek tanımlanır (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:4). Biyolojik yaklaşıma göre gençlik homojen bir yarı-sınıf olarak tanımlanabilir. Bu yaklaşımda, gençliğin tanımlanışında Sosyo-ekonomik değişkenlerden ziyade, yaş grubunun kendisi öne m kazanıyor (Kentel,2005:13). Fakat gençlik tanımının bu sabit ve biyolojik temelli kavramsallaştırımı birçok eleştiriyi de beraberinde getirmiştir.İlk eleştirilerden birisi biyolojik temelli bir yaş grubunu esas alan yaklaşımın, zaman ve mekan gibi temel değişkenleri dikkate almamasıdır. Oysaki 20. Yüzyılda sanayileşme, kentlileşme, okullaşma, bilgi teknolojilerindeki hızlı değişim gibi etkenler nedeniyle gençlik dönemi uzamaya başlamıştır. Örneğin çoğu uluslararası kuruluş tarafından 15-25 yaş aralığı olarak kabul edilen gençlik tanımı, gençlerin okulda kalma sürelerinin uzamasına bağlı olarak 15-29 yaş aralığına uzatılmıştır. Gençlik tanımlaması sadece yaş aralığı üzerinden yapıldığında, gençlik biyolojik bir kategori olarak anlamlandırılır ve dolayısıyla da tarihsel ve toplumsal süreçlerden etkilenmeyen, bağımsız bir doğası olduğu varsayımına indirgenir (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:5). Lüküslü’nün de dediği gibi bu tür bir tanım da, gençliğe daima yenilikçi, dinamik, güçlü, üretken gibi olumlu anlamlar ya da tam tersi olay çıkartan, sorunlu, uzlaşmaz, tehlikeli sıfatlar yükler (Lüküslü,2008).Gençliği değişmez bir biyolojik veri olarak ele alan yaklaşımın bir uzantısı olarak ortaya çıkan bir diğer bakış açısı da, gençleri araçsallaştırma temelinde kavramsallaştırmaya çalışır. Bu şekilde tanımlanan gençler, “toplumun en dinamik”, “yarınlarımızın teminatı” ve “sürdürülebilir ekonomik bir büyüme” için yatırım yapılan bir araçsal nesneye indirgenirler. Böylece de, gençler sadece “ daha büyük/önemli” olduğu düşünülen bir başka “şey” için dikkate alınıp önemsenirler (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:5).Bir başka benzer gençlik tanımında ise, gençlik “yetişkinliğe geçiş süreci” olarak algılanır ve bu anlamda gençlik, yetişkin olmaya giden yol, yetişkinlik ise varılacak nihai yer olarak kodlanır. Bu noktada gençlik bir anlamda nihai varılacak yer olan yetişkin olmama hali yani “eksik” bir durum olarak algılanır. Böylece gençlik yetişkinlerin yönlendiriciliğine ihtiyaç duyan bağımlı bir kategoriye indirgenir. Toplumsal hayata katılım ve eşit haklara sahip olmak için yetişkin olmayı beklemek gerektiği vurgulanır (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:5). Bu da yetişkinler ile gençler arasındaki hiyerarşiyi doğallaştırarak, yetişkinler lehine bir iktidar mekanizması üretir. Çünkü “genç olma” ve “yetişkin olma” durumu yetişkin iktidarı bağlamında kurulur. Yani aslında yaş temelli sınıflandırma mantığı, iktidarı elinde tutan yetişkinlerin gençlerin özerk yaşam olanaklarını sınırlandırması sonucunu doğurur.“Sosyo-ekonomik” olarak adlandırılan bir yaklaşımda ise gençlik sadece bir “kelime”den ibarettir. Yani gençlik dediğimiz olgu ancak toplumsal sınıflar içindeki farklılıklar temelinde ele alınabilir. Gençlik değil, birbiriyle fazla ilişkisi olmayan “gençlikler” söz konusudur. Bu yaklaşımda gençliğin tek bir homojen kategori olarak kurgulanması, manipülasyon olarak algılanmaktadır. Gençlik içinde de eşitsizliklerin yeniden üretildiği mekanizmalar olduğunu savunan bu yaklaşıma göre, gençlik kategorisi olarak düşünülen grup içinde çok büyük iç farklılıklar mevcuttur (Kentel,2005:13). Gençliği anlamak için toplumdaki iktidar ilişkilerine bakmak gerekir.Son olarak gençler yaşadıkları dönemin Sosyo-ekonomik koşullarından, kültürel üretimlerden, üretim ve paylaşım politikalarından etkilenirler. Örneğin 1970’li yılların en aktif siyasi aktörleri olan gençler, 1980 askeri darbesinden sonra kurumsal siyasi yapılardan uzak durmayı öğrendiler. 1990’lı yılların küreselleşme sürecine bağlı olarak oluşan neo-liberal politikalar bağlamında piyasaya güvenmeyi öğrendiler. Bilgi ve iletişim teknolojileri, internet ve uydu sistemlerinin sağladığı imkanları kullanarak birbirleriyle ve dünyayla ilişki kurmayı öğrendiler (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:7). Bu da gençlik tanımın sabit bir doğasının olmadığını, canlı ve sürekli farklılaşan bir boyutu olduğunu göstermektedir.Sonuç olarak yukarıda bahsettiğimiz biyolojik ve Sosyo-ekonomik yaklaşımların birbirlerine karşıtlık temelinde anlamlandırmak yerine, ikisini bir araya getirecek daha dinamik bir gençlik tanımı yapılabilir. Bu bağlamda her genç kuşağın önceki kuşaktan farklı özellikler gösterdiğini ancak bu farklı özelliklerin de toplumdaki Sosyo-ekonomik kategorilerle bağlantılı bir şekilde geliştiğini söyleyebiliriz (Kentel,2005:13). Nitekim bunu örneklemek gerekirse sosyal kökeninden bağımsız bir gençlikten bahsetmek çok zordur. Farklı sosyal kesimlerden gelen gençler, önemli toplumsal dönüşümleri farklı şekillerde deneyimlerler. Varoşlarda yaşayan işsiz bir genç ile zengin bir aile üyesi ve üniversite öğrencisi bir gencin farklı kültürel ve toplumsal koşullardan etkilendiği ve aralarında ciddi farklar bulunduğunu söyleyebiliriz (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:7). Bu örnek üzerinden gidersek, aslında varoşlarda yaşayan genç ile zengin aile üyesi ve üniversite öğrencisi gencin kendilerinden önceki kuşaktan farklı olduğunu, ama aynı zaman diliminde yaşamalarına rağmen dahil oldukları sosyo-ekonomik kategoriler nedeniyle de farklılaştıklarını görüyoruz.
Referanslaro Eser, H.B. (2004), Üniversite Gençliğinin Siyasal Tutumları Üzerine Bir İnceleme-SDÜ Örneği, http://www.yerelsiyaset.como Çotuksöken, B. “Birey Olarak Gençler ve Gönüllülük”, ÇYDD, 24.11.2007o G. Nemutlu, N. Yentürk ve Y. Kurtaran, (2008), Türkiye’de Gençlik Çalışması ve Politikaları içinde, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları.o Kentel, F. (2005), Türkiye’de Genç Olmak: Konformizm Ya da Siyasetin Yeniden İnşaası, Birikim Dergisi, no 96, İstanbul.o Lüküslü, D. (2008), Günümüzde Türkiye Gençliği: Ne Kayıp Bir Kuşat, Ne de Ülkenin Aydınlık Geleceği, (der.)- G. Nemutlu, N. Yentürk ve Y. Kurtaran, Türkiye’de Gençlik Çalışması ve Politikaları içinde, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları.o UNDP (2008), “Türkiye 2008-İnsani Gelişme Raporu: Türkiye’de Gençlik”, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Ankara.

Türkiye'de Gençliğin Yeniden Hareketlenmeye Başlaması

Resim Ekle2008 yılı Aralık ayı içinde Yunanistan’da 16 yaşındaki bir gencin polis kurşunuyla ölümünden sonra iki hafta boyunca Yunanistan’ı savaş alanına çeviren anarşist ve sol gençlerin isyanı ile birlikte, yeni kuşak gençler üzerine daha fazla düşünülmeye, daha fazla yazılmaya başlandı. Genç bir kuşağın can havliyle ileriye atılıp ülkenin siyasal ve sosyal gündemini tarumar ettiği bu ruh halinin örneklerine ya da emarelerine aslında yakın zamanlarda şahit olmuştuk. Fransa’daki banliyö ayaklanmalarıyla gerçekleşen eylemlerden, İtalya’daki öğrenci radikalizmine kadar yakın tarihli bir dizi örnek geliyor hemen insanın aklına. Marx ve Engels'in "Avrupa'nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor" dediğine benzer bir mevzu, ama bu sefer komünizmin hayaleti değil sosyal politikaların yokluğu ve neo-liberalizmin krizi nedeniyle sokaklara dökülen gençlerin hayaleti dolaşıyor Avrupa'nın üzerinde. Gençliğin zorunlu konformizmden çıkıp, toplumsal hayatta etkin bir aktör olmak adına anlamlı pratikler sergilemeye başladığının ilk örnekleri olarak okumak gerekiyor bu eylemleri.Her şeyin piyasa değerlerine indirgendiği ve sosyal politikalardaki çarpıklığın gittikçe yeni nesil gençler üzerinde etkilerini hissettirmeye başladığı bu dönemlerde gençler, etkin bir gençlik politikasının oluşumu için adeta 1968 kuşağına benzer bir hamleye girişmeye başladılar. Özellikle 2000’li yılların başında Avrupa Birliği Gençlik programı ile başlayan süreçte gençlik çalışmaları ve gençlik politikalarıyla daha fazla ilgilenilmeye başlandı. Bu süreçte gençlere yönelik açılan hibe programları, gençlerin toplumsal hayata katılımını destekleyen kurumsal kapasitelerin güçlendirilmesi, gençlik sivil alanının hızla genişlemesi gibi gelişmeler yaşandı. Nitekim bu süreçte, daha önce homojen olarak algılanan “gençlik” kategorisinin “gençler” kategorisine dönüştüğünü ve bireyler olarak kendileriyle uğraşmaya başlayan, kendileri üzerine düşünmeye başlayan gençlerin heterojenleştiğini görüyoruz (Kentel,2002). Yani aslında artık farklı gençliklerden bahsetmemiz gerekiyor.Bu değişimlere bağlı olarak Türkiye’de de son yıllarda gençlik üzerine yoğun bir siyaset ve tartışma alanı da oluştu. “Gençler bizim geleceğimiz!”, “Ülkemizin genç nüfusa sahip olması çok büyük bir avantaj” gibi söylemler siyaset sahnesinde çokça tüketilmeye başlandı. Ancak bu söylemlerin somut yansımalarına baktığımızda durum pek de iç açıcı değil. Gençler söylem bazında her ne kadar merkezi bir yerde dursalar da, Türkiye’de sağlıklı bir gençlik politikası olduğunu söylemek makalenin ilerleyen bölümlerinde göreceğimiz üzere neredeyse imkansız. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gençleri merkeze alan etkin bir gençlik politikasının hiçbir zaman oluşturulamadığını görüyoruz. Gençler halen seslerini gerekli yerlere duyuramıyor, hak ettikleri yetki ve sorumluluk verilmiyor. Eğitim, sağlık, barınma, katılım gibi sosyal haklarından mahrum olan gençlerin gündelik yaşamda katılımlarını teşvik edecek bir alan yaratılmıyor.BM 2007 yılı Ulusal İnsani Gelişme Raporu'nu Türkiye'de gençlik alanına yönelik hazırladı. Büyük bir kısmı gençler tarafından hazırlanan Türkiye’de Gençlik isimli rapordan çıkan ilk sonuçlara göre tek bir genç kategorisinden bahsedemeyeceğimizi görüyoruz. Örneğin 1 milyon genç iş arıyor. 2,5 milyon kız ne iş arıyor, ne de okul okuyor. 300 bin genç iş aramaktan vazgeçmiş. Yani çok umutsuz bir yerden tutunuyor hayata. 15-24 yaş arasında 650 bin engelli genç var. Raporun en ürkütücü sonuçlarından birisi de gençler arasında ciddi bir toleranssızlığın olması. Herkes kendi kabuğuna çekilmiş. Sosyal dışlama gittikçe yaygınlaşıyor.Buna rağmen rapora göre 2023 yılına gelindiğinde Türkiye nüfusunun yaklaşık % 70’i çalışma çağında olacak ve zamanla azalsa da ülkenin çalışma çağındaki nüfusu 2040 yılına kadar artmaya devam edecek. Nüfus artış hızı düşerken, çalışma çağındaki nüfusun artmaya devam etmesi durumuna “demografik fırsat penceresi” deniliyor (UNDP,2008). Türkiye nüfusunun % 46’sı 24 yaşının altında ve gelecek 20-30 yıl içinde de Türkiye’nin bu genç nüfusunu koruması bekleniyor. 15-24 yaş aralığında 12 milyon genç bulunuyor. Bu oran ülke nüfusunun % 20'sini oluşturuyor. Dünya genelinde bu yaş aralığındaki genç nüfus oranı %15'in üstüne çıktığında “demografik fırsat penceresi” dediğimiz bir olgudan bahsediliyor. Demografik fırsat penceresi genelde her ülkenin ancak bir defa yaşayabileceği çok önemli bir aşamaya tekabül ediyor. Örneğin demografik fırsat penceresini yakın dönemde yaşayıp çok ciddi bir kalkınma hamlesi yaşayan ülkelerden birisi de Güney Kore'dir. Genç nüfus avantajını büyük bir kalkınma ve istihdam enerjisine dönüştüren ülke çok kısa sürede ciddi bir kalkınma hamlesi gerçekleştirdi. Gençler ülkelerin sosyal ve ekonomik ilerlemesinde önemli bir role sahip olduğundan, bu oran Türkiye için çok önemli bir demografik fırsat penceresidir.Yukarıda yazılanlar her ne kadar umutsuz bir çerçeve sunsa da; son yıllarda gençlik çalışmaları ve gençlik politikaları ile ilgili çok önemli gelişmeler de yaşanıyor.Örneğin gençlerin katılımları ve aktif yurttaşlık temelinde örgütlenmeleri ile ilgili özellikle Avrupa Birliği üyelik sürecinde Türkiye’nin içine girdiği hızlı değişim ve dönüşümle birlikte gençlik politikalarını da olumlu anlamda etkileyen birçok süreç yaşandı. Avrupa Birliği’nin gençlik politikaları alanında yaptığı çalışmalara ortak olan Türkiye’de gençliğin katılımını ve sivil toplum alanında etkin bir aktör olarak görünürlüğünü sağlayan AB Eğitim ve Gençlik Programı bu bağlamda çok önemli bir boşluğu dolduruyor.Türkiye, Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programı’na 2003 yılında aktif olarak katıldı. 31 ülkenin yer aldığı ve gençlik çalışmaları alanında önemli bir misyon yüklenen program; gençlerin sivil toplum alanına aktif katılımını destekleyen politikalar yürütüyor. Türkiye’de gençliğin katılımı anlamında her ne kadar ciddi sorunlar olsa da, özellikle AB Eğitim ve Gençlik Programı’nın gençliğin katılımını artırmada önemli etkiler doğurduğunu söyleyebiliriz.Avrupa Birliği Gençlik Programı’na 2003 yılının sonlarına doğru katılan Türkiye İkinci dönemi 2006 Aralık ayında sona eren programa, katıldığı üç yıllık süre boyunca büyük bir katılım oranı elde etti. Çok kısa bir süre içerisinde program kapsamında gençler tarafından 10.000’den fazla proje başvurusu olmuş ve bu dönemde 3.000’den fazla proje kabul edilmiştir. Üç yıllık kısa bir sürede yaklaşık 40.000 kişi bu projelerden yararlandı. Bu dönemde ülkemize 68 milyon avro tahsis edilmişti ve % 96’lık bir kullanım oranıyla paranın çok büyük bir kısmı kullanılmış oldu. Bu dönemde yaşanan en büyük sıkıntılardan birisi; proje başvurusu çok olmasına rağmen, ayrılan ödeneğin yetersiz olmasıydı. 2007-2013 yeni döneminde bütçe % 70 oranında artırıldı. Yeni dönemde 6 yıl boyunca 559 milyon avroluk ödenek kullanılacak.Türkiye programa 2003 yılında katılmasına rağmen 31 ülkenin üye olduğu programda, dört yıllık kısa bir sürede en üst sıralara yükselmeyi başardı. Gençlik Programı’nda en büyük bütçeye sahip 4. ülke; Hayat Boyu Öğrenme Programı’nda ise en büyük bütçeye sahip 7. ülke konumuna geldi (Hasdemir,2007). Bu da gösteriyor ki, Gençlik Programı gibi sistemler ülkemizde gençliğin çeşitli sosyal sorumluluk projeleri üreterek aktif sivil topluma katılımlarını olumlu anlamda etkiliyor. Program kapsamında hazırladıkları projelerin desteklenmesi için dernek, vakıf, kulüp ve grup girişimleri şeklinde örgütlenmeleri gereken gençler; bu sayede hem toplumsal sorunların çözümü için sosyal sorumluluk projeleri üreterek aktif katılım göstermekteler, hem de bu süreçte sivil toplum alanı ile tanışarak çeşitli sivil örgütlenmelerin oluşmasını sağlamaktadırlar.Gençlerin sivil topluma aktif katılımı, demokratik toplumların ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye’de uygulanan Gençlik Programı, gençlerin katılımı ile daha iyi kararlar ve dolayısıyla daha iyi sonuçlar alınmasını sağlayarak, genç bireylerin insan hakları ve demokrasi konusundaki anlayış ve uygulamaları güçlendirdi. Gençlerin kendi yerellerinden hareketle ürettikleri projeler ile toplumsal bütünleşme ve kenetlenmeyi artırarak gençlerin katılımını sürekli hale getirdi.Gençler, Gençlik Programı kapsamında kendi yerellerinde yaşanan sorunlara çözüm üretmek amacıyla bir araya gelerek sosyal sorumluluk projeleri üretti. Bu projelerin hazırlanması, uygulanması ve değerlendirilmesi süreçlerinde aktif yer alarak katılım gösterdiler ve bu sırada sivil toplum bilinci kazanarak toplumsal katılımın önemini kavradılar. Daha önce kendi yerelindeki sorunların farkında olan ama herhangi bir destekleme sistemi olmadığı için pasif kalan gençler; programın sağladığı hibeler ile üretken ve yararlılık duyguları içinde aktif yurttaşlık bilincini edindiler.Türkiye’deki gençlik politikaları ile ilgili bir diğer önemli gelişme ise, özellikle gençlik politikaları konusundaki akademik boşluğu önemli oranda dolduran “Türkiye’de Gençlik Çalışması ve Politikaları” isimli kitap oldu. Bilgi Üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi’nden Nurhan Yentürk, Gülesin Nemutlu ve Yörük Kurtaran tarafından derlenen “Türkiye’de Gençlik Çalışması ve Politikaları” kitabı gençlik çalışması ve politikaları ile ilgili 21 makaleden oluşuyor. Kitapta, Türkiye’deki gençlik alanı ile ilgili teorik ve pratik uygulamalar ile ilgili çok kapsamlı çalışmalar bulunuyor. Türkiye’de sistemli ve bütünlüklü bir gençlik politikası olmadığını ve hatta aslında bu durumun devletin en temel gençlik politikası olarak da okunabileceğini vurgulayan yazarlar; çok radikal ve kapsamlı bir gençlik politikaları önerisi sunuyorlar.Kitabın Türkiye’deki gençlik alanı ile ilgili bu güne kadar yazılmış en kapsamlı metin olduğunu söylemek mümkün. Ayrıca özellikle Birleşmiş Milletler kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayınlanan Türkiye’de Gençlik raporu ile aynı dönemde yayınlanan kitabın; raporla birlikte gençlik alanına dair çok geniş bir tartışma alanı doğurduğunu da söyleyebiliriz.Gençlik politikaları ile ilgili yaşanan bir diğer önemli gelişme ise 5. Dünya Gençlik Kongresi’nin 31 Temmuz – 13 Ağustos 2010 tarihleri arasında, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da gerçekleştirilmesi. Dünya Gençlik Kongresi, gençlik örgütleri ve hükümetlerin es güdümlü çalışmalarıyla organize edilen; dünyanın en saygın, en geniş katılımlı ve en önemli gençlik toplantısıdır. Kongrelere 120-150 Birleşmiş Milletler üyesi ülkeden yaklaşık 1000 genç ve çok sayıda kalkınma ve gencilik uzmanı, gazeteci, akademisyen, eğitmen, sanatçı ve diplomat katılmaktadır.Kongrenin amacı, dünyamızın bugün karsılaştığı sorunların çözümünde gençlerin en etkin rolü nasıl alabileceklerini tartışmak ve bu yönde sürdürülebilir gençlik politikaları oluşturmaktır. Bunun yanında gençler arasında tecrübe paylaşımı sağlayarak, Birleşmiş Milletlerin Binyıl Kalkınma Hedefleri'ne ulaşmak için gençlerin katkısını ortaya koymak ve sürdürülebilir kalkınmanın önemini vurgulamaktır. Türkiye’de gerçekleştirilecek olan kongrenin gençlik politikalarının üretim sürecine öneli etkide bulunacağını söyleyebiliriz.Bunlar dışında Türkiye’deki gençlik sivil alanında da çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Örneğin bir grup gencin bir araya gelerek kurdukları Genç Siviller Hareketi, son yıllarda Türkiye’de en etkili sivil eylemler başlatan bir harekete dönüştü. Gençlerin toplumsal hayata aktif katılımlarını destekleyen ve Türkiye’deki üniversitelerin büyük çoğunluğunda örgütlenen Toplum Gönüllüleri Vakfı, gençler üzerine akademik araştırmalar yapan ve gençlik çalışmaları ile ilgi modelleme çalışmaları geliştiren Bilgi üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi, Binyıl kalkınma Hedefleri doğrultusunda Türkiye’de gençler ile ilgili hizmet veren Yerel Gündem 21 Programı, gençlik ile ilgili geniş bir bilgi portalı olan www.genclikpostasi.org gibi; gençlik çalışmalarının yaygınlaşmasını ve gençlik politikaları üretim sürecini destekleyen önemli çalışmalar gerçekleştirildi.Ayrıca AB Gençlik Programı, Gençlik Sosyal Gelişim Programı, Coca-Cola’nın desteklediği Hayata Artı Programı, Pepsi’nin Doğu ve Güneydoğu’da desteklediği gençlik merkezleri vb programlar sayesinde gerçekleştirilen gençlik projeleri ile gençlerin sivil topluma katılımlarını güçlendiren önemli sonuçlar doğurdu.Referanslaro Hasdemir, F. (2007), AB Gençlik Programı Başlarken, Eğitim ve Gençlik Dergisi, no:4, Ankara.o Gençlik Programı Kılavuzu (2007), Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı, Ankara.o G. Nemutlu, N. Yentürk ve Y. Kurtaran, (2008), Türkiye’de Gençlik Çalışması ve Politikaları içinde, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları.o UNDP (2008), “Türkiye 2008-İnsani Gelişme Raporu: Türkiye’de Gençlik”, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Ankara.o Kentel, F. (2002), “Gençlik Örgütlenmeleri”, STK’larda Gönüllülük ve Gençlik içinde, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul.

Hayatı ıskalama lüksün yok senin

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası…. Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…